top of page

Acerca de

Hisler Müzesi

Bu sabah kanatlarımdaki ağrı nihayet hafifledi. Üstat Kumu haklıymış; gün içinde insanların hislerini tadan Kitalar gece uykusunu aksatmamalı. Hislere göre renk değiştiren kanatlarımız, uyuduğumuzda somon rengine döner. Böylece yenileniriz ve başka hisleri tatmaya hazır oluruz. İnsanların hislerini tatmak bizi bu kadar etkiliyorken onları düşünemiyorum. Kitalar, hislerden arınamazsa gökyüzündeki görevleri sonlanır, yok olurlar. Acaba insanlar hislerinden arınamazsa ne olur?

Pagba'nın dediğine göre insanlar, görevi biten Kitalar’ın yok oluşunu görürmüş. Üstelik buna yıldız kayması derlermiş. Ne kadar anlamlı değil mi? Bizi tanımasalar da hislerini adlandıranların gidişine şahit oluyorlar. Üstelik bir Kita’nın kayışı dilek dileme sebebiymiş. Ne hoş bir uğurlama töreni.

Ben henüz görevimin bitmesini istemiyorum. İnsanların içini dolduramadığı boşlukları tamamlayacak o hissi tatmak istiyorum.  Onu adlandırıp müzeye koyduktan sonra herkes dilek dilerken kayıp gidebilirim. Diğer Kitalar böyle bir his yok deseler de ben olduğuna inanıyorum.

Rasan ve Pagba bir dilek hakları olsa insan olmak istediklerini söylüyorlar. İnsanlar hissettikleri yüzünden sürekli savrularak yaşarken bunu dilemek delilik olmalı.

Sahiden ne kadar zormuş insan olmak ve ne kadar basitmiş insan gibi görünmek.

Dün yeryüzünde bir tren istasyonunda yalnız ve yaşlı bir adama rastladım. Deniz kabuklarıyla doldurduğu eski bir kutuya sıkı sıkı sarılmış, yaklaşan treni bekliyordu. Ona dokununca büyük bir karmaşa içinde kaybolduğunu hissettim. İnen yolculara koşuyor "Anne!" diye bağırıyordu. Özellikle genç kadınların koluna yapışıp “İstediğin kadar topladım anneciğim artık gidebilir miyiz, evime gitmek istiyorum!” diyerek ağlıyordu. Onda çaresizliği, korkuyu, bağlılığı ve tükenmeyen umudu hissettim.

Kadınlar ondan kaçarken, güvenlik görevlileri adamı uzaklaştırdılar.

İnsanlar dışarıdan göründükleri kişi değiller, insanlar kesinlikle içlerinde hissettikleri şeyler. Benim gördüğüm yaşlı bir adam değil, annesi tarafından terk edilmiş küçük bir çocuktu sadece. Üstelik kutuyu deniz kabuklarıyla doldurursa annesinin onu evine götüreceğine inanmış bir zavallı.

Bu zavallının bir sonraki trene kadar hisleri tekrar karmaşıklaşıyor ve zihni bozuk plak gibi başa sarıyordu. Zamana, kendine, hayata dair tek bildiği, bu hisleri tattığı ana sıkışmış olmasıydı. Yaşlı adam şu anda kim olduğunu hatırlayamasa da küçüklüğünden beri boşluğunu dolduramadığı hislerin peşinde, ne acı...

Yani insanlar her şeyi unutur da hissettiklerini unutamaz, demek doğru olur mu? Bir kokuyu duymak, bir sokaktan geçmek, bir melodiyi işitmek, bir kumaşa dokunmak yaşanmışlığı hatırlatır. Buna rağmen bazı insanlar ısrarla hislerini önemsemeden yaşamaya çalışır. Büyük boşlukları başka bir boşlukla doldurur, daha doğrusu doldurduğunu sanır. Boşluklar onları yiyip bitirirken “Hayat işte...” derler.

“Ben mutlu olmak, zengin olmak, huzurlu olmak istiyorum.” Her gün yeryüzünden göklere yükselen bütün dilekler… Keşke insanlar dileklerinin aslında kabul olduğunu bilseler. O zaman herkes anlardı, eksik dileklerin boşluk hissini tamamlayamadığını. 

İnsanı tam hissettiren nedir? “Evinde olmak.” En büyük dileğim bu hissi tatmış bir insanla karşılaşmak.

***

Sevgili İntu, dileğim kabul oldu! Kanatlarımın rengine bak! Bugün mucizeyle tanıştım. Bugün, yeryüzünde hissedilebilecek en saf, en gerçek, en ihtiyaç duyulan hissi tattım. Henüz annesinin karnında olgunlaşan bir insanla tanıştım. Orası öyle bir yer ki tüm güzelliklerin var olduğu bir gezegen sanki...

İnsanın dokunmadan sarıldığı, duvarlar örmeden güvende olduğu, çaba sarf etmeden önemsendiği, kaybetme korkusu olmadan değer gördüğü, sabırsızca beklendiği, karşılıksız sevildiği yer, eviymiş.

İnsanın aradığı, hayata hazırlandığı yer orasıymış. Aslında boşluklarını dolduracak parçalarıyla doğarmış.

Yeryüzüne ayak bastıktan sonra hatırlayamamaları ne acı..! Acaba insan kaybettiğini mi arar, yoksa hatırlamasa da tanışık olduğu için mi bu hislere ihtiyaç duyar?

Üstad Kumu diyor ki: “Aranılan hatırlansaydı yaşamanın anlamı olmazdı. İnsan önce insanın içinde büyür, sonra kendi içinde tamamlanır. Yapbozun parçaları içinde saklıdır, tamamlamak uğraş ister. Parçaları aramayan hayatını eksik hislerle tamamlar. İnsanlar için üzülme Mothu! Kötü hisleri deneyimlemek, acı dolu olsa da bu hisleri yaşamak, onların hamuruna işlenmiştir. Boşluk hissini ancak kendileri doldurabilirler. Bunun için sadece dilemek yetmez. Neyi istediğini öğrenmek zaman alır. İnsan olmanın en zorlu kısmı, kendi içinde yol kat edebilmektir. Derinlerine inince evini kaybetmediğini, zaten evinin içinde olduğunu görecektir. Hatırlayamamak kaybetmek değil ama aramamak, kaybetmektir.”  

 

“Unutma Mothu, bizim görevimiz yer yüzünde hissedilen milyonlarca hissi biriktirmek. İnsanların duyguları aynı gibi görünse de hissettikleri benzersizdir. Onlar hissettiklerini adlandıramaz, dile dökemezler. 'Duygular' deyip geçiştirirler. Ama Kitalar bilir, duygular yeryüzünden gökyüzüne dallanıp budaklanır benzersiz hislere ayrılır. Bizim için tadılan her his değerlidir ve müzede saklanılmaya değerdir.”

İşte böyle İntu. İnsanın kendini evinde hissetmesinin hikayesi…

bottom of page